Zirveden iflasa bir Detroit hikayesi

ABD'de iflas bayrağı çeken “Detroit” hakkında çok farklı iki makale yazılabilir. Kimin hikayesiyle ilgilendiğinize bağlı. Detroit'i omuzlarında yükselten işçilerden arta kalan hayalet şehri mi, yoksa zenginlerin sığındığı banliyölerin hikâyesini mi merak ediyorsunuz?

Zirveden iflasa bir Detroit hikayesi
Zirveden iflasa bir Detroit hikayesi
GİRİŞ 11.08.2013 12:25 GÜNCELLEME 11.08.2013 13:21

Pınar Ersoy'un haberi

Detroit 18 Temmuz'da iflasını istediğinden beri bir zamanlar dünyanın otomotiv başkenti olan bu kentin ölümü konuşuluyor. Oysa şehir merkezi hiç de ölü gözükmüyor.

Cuma günü. Gökdelenlerin arasına sıkışmış bir meydana pazar kurulmuş. İnsanlar antikaları inceliyor, masa tenisi oynuyor. Birkaç sokak ötede camları tellerle korumaya alınmış bir marketin önündeki evsizleri saymazsanız herkes son derece mutlu gözüküyor. Ama evsizleri saymamanız zor. Detroit'te her 35 kişiden biri sokakta yaşıyor.

Neredeyim ben?

Bir hediyelik eşya dükkanının kasiyerine "Siz batmamış mıydınız? Nerede o gazetede okuduğumuz korku hikayeleri" diye sorunca kahkahalarla "Bir bilsem" diyor. Uzun saçlı, tırnakları mora boyanmış, siyah, genç bir kadın. "Kötü mahalleler tabii ki var ama her şehirde olduğu kadar" diye ekliyor.

O bunları anlatırken şehrin iflasından sonra emeklilik birikimlerini kaybetmekten korkan memurlar mağazanın önünden sloganlarla geçiyor. Detroit'in emeklilik fonlarına 3.5 milyar dolar borcu var.

ABD ve Kanada'yı birbirinden ayıran Detroit Nehri kıyısına indiğinizde, General Motors'un 212 metrelik ana binasının gölgesinde herkes yine "güzel" hikayeler anlatıyor.  Orta yaşlı bir kadın şehirde 25 yıldır olmadığı kadar güvende hissettiğini söylüyor. Yanından rengarenk elbiseleri, topuklu ayakkabıları, abartılı takılarıyla bir grup kadın yoldan geçiyor. Bir an kendinizi İstanbul ya da New York'ta zannediyorsunuz.

Bir iş adamını çevirip "Bu nasıl iflas?" diye soruyoruz. İsmi James. Otomotiv sektöründe danışman. Şehrin iflas etmesinin bütün hizmetlerin durması anlamına gelmediğini söylüyor. Aksine son iki üç yılda şehir merkezine büyük yatırım yapıldığını, gençlerin geri döndüğünü, artık makul fiyatlı kiralık daire bulmanın imkansız hale geldiğini anlatıyor. James iflas başvurusu için "Bu Detroit için yeni bir başlangıç" diyor.

Milyon dolarlık evler

Şehrin siyah ve fakir mahallelerini zengin banliyölerden ayıran meşhur "8 Mile" yolunu geçipBirmingham gibi merkezlere geldiğinizde ise Detroit'in en parlak yüzünü görüyorsunuz. Golf sahaları ve yemyeşil yolların arasından birbirinden şık mağaza ve restoranlarla süslü çarşıya ulaşıyorsunuz.

Etrafta bazıları milyon dolarlara satılan evler var. İnsanlar akşam dondurmalarını yiyerek parkta dolaşıyorlar. Suç oranı yok denecek kadar az, 1000 kişi başına yılda 1.4 vaka kayda geçiyor. Burası 370 kilometrekarelik şehir merkezi sınırlarının dışında. İflastan etkilenmiyor. En azından insanlar ölmüyor. Ama Detroit metropolünün bir parçası olarak en az iflas, evsizlik ve cinayet kadar gerçek bir hikaye anlatıyor.

Şehirde birçok bina terk edilmiş durumda...

Önce fabrikalar sonra insanlar kaçtı

Aslında Detroit kapitalizmin örnek kenti olabilirdi. Henry Ford, 1914'te burada ilk otomotiv fabrikasını kurduğunda o güne kadar görülmemiş bir adım atarak işçilerin ücretlerini günde 5 dolara çıkardı. Yani bugünün parasıyla günde 116.75 dolar, ayda 3 bin 269 dolar maaş vermeye başladı. Asıl endişesi işçilerin düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri nedeniyle çok uzun süre tutunamaması ve dolayısıyla verimin düşmesiydi.

Ama Ford'un bu girişimi Detroit'te orta sınıfının tohumlarını attı. Detroit 1920 yılında ABD'nin en büyük dördüncü kentiydi. Ford, Chrysler, General Motors gibi markalar şehri dünyanın otomotiv başkenti haline getirmişti.

Sendika hareketleri

Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında devler büyürken küçük fabrikalar tek tek kapanıyordu. 1958'de şehrin yüzde 20'si işsiz kalmıştı. Ama belediye işsizlere sağlık, yakıt ve kiranın yanı sıra haftada 10 dolar (2013'te 80 dolar) harçlık dağıtıyordu. 1960 yılına gelindiğinde ABD'de kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu şehir hala Detroit idi.

Paranın en bol olduğu dönemde sermayedarlar büyürken işçileri geride bırakmıyordu ya da en azından öyle gözüküyordu. Sendikaların neredeyse tüm istekleri kabul ediliyordu. Ancak üç büyükler bir süre sonra geri adım attı.

Sendikanın en güçlü olduğu fabrikalarına alternatifler kurarak aynı parçaların eş zamanlı üretimine geçtiler. Örgütlü işçilerin olduğu fabrikalar hızla küçülürken şehir dışında sendikanın zayıf olduğu fabrikalar hızla artıyordu.
1945-57 arasında üç büyüklerin kurduğu 25 fabrikanın tamamı Detroit şehir sınırları dışındaydı. Siyahların 1967'de 5 gün süren isyanının ardından fabrikalarla birlikte insanlar da kaçmaya başladı.

Orta sınıf Detroit'i terk ederken onların işletmelerinin yerine yenileri hiç açılmadı. Daha da çokfabrika farklı eyaletlere ve ülke dışına taşındı. Bir zamanlar Detroit'e akın eden işçiler şimdi gerisini geri güney eyaletlerinde açılan yeni fabrikalara kaçıyordu. 1950 yılında 1.8 milyon olan nüfus 2000'de 951 bine geriledi. 2010'da nüfus 700 binlere kadar düşmüştü.

CEO'lar hep kazandı!

General Motors ve Chrysler'ın 2009 yılında iflaslarını istemesi işsizlik oranlarını yüzde 27.8'e kadar çıkardı. Sendikalar artık tek kalemde maaşları saatte 28 dolardan 14 dolara indirmeyi kabul edecek kadar çaresizdi. Bugün bir fabrikada ortalama ücret saatte 8.50 dolara kadar indi. İşsizlik oranı ise yüzde 18.6. Şehirde 16 yaşından büyüklerin yalnızca yarısı çalışıyor.Detroit'in yüzde 36.2'si fakirlik sınırının altında yaşıyor.

Sermayedarların sembolik bile olsa kârı paylaşmak gibi bir kaygısı kalmadığı ise artık kesin. Federal hükümetin devreye girmesiyle iflastan kurtulan General Motors'un CEO'su Dan Akerson2012'de bir önceki yıla göre yüzde 44.1 daha fazla ikramiye alarak 11.1 milyon dolar kazandı.

 

KAYNAK: MİLLİYET