Merkez piyasadan 40 milyar çekti
Merkez Bankası, 13 Mayıs 2011 tarihinde yürürlüğe girecek olan son kararlar birlikte piyasadan 40 milyar lira likidite çekti.
Merkez Bankası, 13 Mayıs 2011 tarihinde yürürlüğe girecek olan son kararlar birlikte Ekim 2010 tarihinden itibaren yapılan zorunlu karşılık düzenlemeleriyle piyasadan yaklaşık 40 milyar lira likidite çekilmiş olacağını bildirdi.
Merkez Bankası'nın bugün açıklanan Enflasyon Raporu'nda Banka'nın yeni para politikası stratejisi kapsamında fiyat istikrarından taviz vermeden finansal istikrarı gözetebilmek amacıyla araç çeşitliliğine gittiği, bu kapsamda bir hafta vadeli repo ihale oranı olan politika faizi, gecelik para piyasasındaki faiz koridoru ve zorunlu karşılık oranlarını politika araçları olarak bir arada kullanmaya başladığı hatırlatıldı.
Bu çerçevede 2010 yılının Kasım ayından itibaren makro-finansal risklerin azaltılmasına yönelik olarak zorunlu karşılık oranlarının kademeli şekilde yükseltilerek piyasadaki Türk lirası likiditenin ve kredi arzının kontrol altına alınmasının amaçlandığı ve buna yönelik olarak zorunlu karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına son verildiği ve zorunlu karşılığa tabi yükümlülüklerin kapsamının genişletildiği belirtildi.
Ayrıca, zorunlu karşılık oranlarının kısa vade için daha yüksek olacak şekilde vadelere göre ayrıştırılarak bankacılık sisteminin yükümlülüklerinin ortalama vadesinin uzatılması ve finansal istikrarın güçlendirilmesinin amaçlandığı, bu kapsamda alınan kararlarla Türk lirası zorunlu karşılık oranlarının ağırlıklı ortalamasının Nisan 2011 itibarıyla yüzde 13,5 seviyesine yükseltildiği ifade edildi.
Bu çerçevede, 13 Mayıs 2011 tarihinde yürürlüğe girecek olan son kararla birlikte, Ekim 2010 tarihinden itibaren yapılan zorunlu karşılık düzenlemeleriyle piyasadan yaklaşık 40 milyar lira likidite çekilmiş olacağı bildirildi.
KREDİ GENİŞLEMESİ
Para politikasındaki yeni yaklaşımın, finansal istikrarı tehdit edebilecek risklerin başında gelen hızlı kredi genişlemesi üzerindeki etkisinin gecikmeli olarak görüldüğü, Kasım 2010-Ocak 2011 döneminde alınan zorunlu karşılıklara ilişkin kararları takiben 2011 yılının ilk çeyreğinde tüketici kredilerinde 2010 yılının son çeyreğinde başlayan ivmelenmenin durduğu, ancak kredilerin yıllık artış hızının yüksek seviyelerini korumaya devam ettiği belirtildi.
Bu dönemde, bankaların zorunlu karşılık oranlarındaki artışın yüklediği ek maliyeti ağırlıklı olarak mevduat faizlerine yansıttıkları, kar marjlarını bir miktar düşürdükleri, kredi faizlerini ise yükseltmediklerinin gözlendiği, öte yandan da artan zorunlu karşılıklar nedeniyle ortaya çıkan likidite açığını ağırlıklı olarak TCMB fonlamasıyla karşıladıkları kaydedildi.
Dolayısıyla, başlangıç aşamasında zorunlu karşılık kararlarının krediler üzerindeki etkisinin göreli olarak sınırlı kaldığı, bu durumun, bankacılık sektöründe rekabetin yüksek olması ve makro ekonomik görünüme bağlı olarak risk algılamalarının iyileşmesinden kaynaklandığı belirtildi.
Raporda bankaların portföy yapılarında değişikliğe gitme kararlarının zaman almasının da zorunlu karşılık düzenlemelerinin kısa vadedeki etkisini sınırlayan bir gelişme olduğu vurgulandı.
Ocak 2011 ve sonrasında alınan zorunlu karşılık oranlarını artırma yönündeki kararlara ise bankaların daha farklı cevap verdikleri ve likidite kanalının etkilerinin daha belirgin şekilde gözlenmeye başlandığı bildirildi.
Bankaların bilançolarındaki likidite oranlarını koruma gayretine girdikleri ve bilanço yapılarını varlıklar ve yükümlülükler tarafında değiştirmeye başladıkları, ancak gerek toplam mevduat stokunun kısa vadede hızlı değişimler göstermemesi, gerekse menkul kıymetler cüzdanından sağlanabilecek fonların sınırlı olmasından ötürü, bu kaynakların kredilerdeki yüksek artış hızının sürdürülebilmesi için bankalara yeterli alanı yaratmayacağının düşünüldüğü kaydedildi.
Bu bağlamda alınan kararların kredi büyümesi üzerindeki etkisinin yılın ikinci çeyreğinden itibaren belirginleşmesinin beklendiği vurgulandı.
TCMB'nin finansal istikrarı kuvvetlendirmeye yönelik diğer bir amacının da bankacılık sisteminin yükümlülüklerinin vadesinin uzatılması olduğuna işaret edilerek, bu kapsamda zorunlu karşılık oranlarının kısa vade için daha yüksek olacak şekilde vadelere göre ayrıştırılarak bankacılık sisteminin yükümlülüklerinin ortalama vadesinin uzaması ve finansal istikrarın güçlendirilmesinin amaçlandığı, bu yöndeki kararları takiben mevduat faizlerinde artan eğimli bir getiri eğrisi oluştuğu ve mevduatın ortalama vadesinin de kademeli olarak uzamaya başladığı ifade edildi.
Sonuç olarak son dönemde zorunlu karşılıklara ilişkin alınan kararların banka davranışını değiştirmeye başladığı ve bu değişimin banka bilançolarına yansıdığının gözlendiği, banka bilançolarının yapısında meydana gelen değişimlerin temel olarak bankaların kısa vadeli finansmana olan bağımlılıklarını azaltma eğiliminde olduklarına işaret ettiği vurgulandı. Mevduat ve kredi faizlerindeki artışların da bu görünümü destekler nitelikte olduğu kaydedildi.
YENİ PARA POLİTİKASI YAKLAŞIMI VE İLETİŞİMİ
Raporda küresel finans krizi ve sonrasındaki dönemde yaşanan gelişmelerin, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda bir para politikası stratejisi uygularken finansal istikrarın göz ardı edilmesinin, orta ve uzun vadede makro ekonomik istikrar ve fiyat istikrarını tehdit edebileceği gerçeğini gözler önüne serdiği ifade edildi.
Bu bağlamda, merkez bankalarının makro bir perspektifle finansal istikrarı gözetmesinin gerekliliğinin giderek yaygınlık kazanan bir görüş olduğu, TCMB'nin de bu farkındalıkla 2010 yılının ortalarından itibaren küresel dengesizliklerin bir yansıması olarak ortaya çıkan makro finansal risklere giderek artan bir ağırlıkla değinmeye başladığı ve bu durumun yol açtığı riskleri azaltmak için alternatif politika araçlarının bir arada kullanılması gereğini vurguladığı yinelendi.
Küresel kriz sonrası dönemde Türkiye ekonomisinin iç talep kaynaklı olarak hızlı bir canlanma sürecine girdiği, dış talebin ise göreli olarak zayıf bir seyir izlediği, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren gerek Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızlarının gelişmiş ekonomilere göre oldukça yüksek olması gerekse ABD ve Avrupa ekonomilerinde uygulanan genişletici politikaların, gelişmekte olan ülkelere sermaye girişlerini desteklediği belirtildi.
Kısa vadeli sermaye girişlerinin bir yandan krediye erişimi kolaylaştırarak tüketimi hızlandırırken, diğer yandan Türk lirasının değerlenmesine yol açarak iç ve dış talep arasındaki ayrışmayı daha da belirginleştirdiği ifade edildi ve ''Cari dengenin hızla bozulması ve finansmanında kısa vadeli sermaye girişleri ile portföy yatırımlarının payının giderek artması, küresel risk iştahındaki ani değişimlere karşı ekonominin kırılganlığını artırarak makro ekonomik ve finansal istikrara dair kaygıları gündeme getirmiş ve alternatif bir politika yaklaşımını gerekli kılmıştır'' denildi.
Yeni politika bileşimi kapsamında alınan ilk sonuçların, söz konusu politika yaklaşımının kısa vadeli sermaye hareketlerinin oluşturduğu makro risklerin olumsuz etkilerini azaltmak için uygun bir strateji olduğuna işaret ettiği bildirildi.
TCMB'nin, fiyat istikrarına kalıcı bir şekilde ulaşırken finansal istikrarı da makro düzeyde gözetip korumak amacıyla kısa vadeli faizleri ve faiz dışı araçları eşgüdüm içinde kullanmaya devam edeceği kaydedildi.
Raporda son olarak, TCMB'nin uyguladığı politikanın ülkeye ve içinden geçilen döneme özgü olarak tasarlandığı hatırlatıldı ve ''TCMB, finansal istikrar vurgusunu yaparken cari denge ve finansman kalitesi ile hızlı kredi genişlemesine odaklanmıştır.
Diğer bir ifadeyle, yapılan finansal istikrar vurgusu makro bir perspektif içermekte ve döneme özgü tasarlanmış bir iletişim stratejisini yansıtmaktadır.
Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde konjonktüre bağlı olarak makro finansal risklerin farklı değişkenler aracılığıyla vurgulanması da mümkün olabilecektir'' denildi.