Merkez Bankası'nın faiz kararı ne olacak? Beklentiler neler?

Merkez Bankası’nın 13 Eylül Perşembe günü yapacağı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz artışı yapılacağı tahmin ediliyor. Peki Merkez Bankası’nın faiz kararı ne olacak ve piyasaları ne kadar etkileyecek?

Merkez Bankası'nın faiz kararı ne olacak? Beklentiler neler?
Merkez Bankası'nın faiz kararı ne olacak? Beklentiler neler?
GİRİŞ 12.09.2018 16:47 GÜNCELLEME 12.09.2018 16:47

Piyasalar, 13 Eylül Perşembe günü açıklanacak olan Merkez Bankası’nın faiz kararına kilitlenmiş durumda. Ekonomistler, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizinde artış yapacağını tahmin ediyor. Ekonomistlerin yaptığı açıklamalara göre Merkez Bankası yüklü miktarda faiz artırımı yapacak. Peki bu artış ne kadar olacak? Faiz artışı piyasaları ve doları nasıl etkileyecek? İşte detaylar...

ORTA VADELİ PROGRAM VE FED KARARI PİYASAYI NASIL ETKİLEYECEK?

Yeni Şafak yazarlarından Mehmet Acet’in tahminlerine göre;

İktisatçılar ‘kötü algı yönelimi’ diye bir tabirden söz ediyor. Piyasa aktörlerinin her durumda kötü durum senaryosu çizebilecekleri bir adres arayışı içinde olmalarının ürettiği bir kavrammış bu.

Son haftalarda kötü algı yöneliminde Emerging Markets/Gelişmekte Olan Ülkeler kategorisinde yer alan Arjantin ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkeler öne geçtiği için bu anlamda Türkiye’nin yükünün de azaldığı söyleniyor. Türkiye ekonomisi, Eylül ayına döviz kurlarındaki dalgalanmanın görece azalmasıyla girdi.

Burada enflasyon rakamlarının açıklandığı 3 Eylül günü Merkez Bankası’nın açıklamasına vurgu yapılıyor.

Merkez Bankası açıklamasında, “Enflasyon görünümüne ilişkin gelişmelerin fiyat istikrarı açısından önemli risklere işaret ettiğini” belirtip, “Fiyat istikrarını desteklemek amacıyla gerekli tepkinin verileceğini” duyurmuştu. Açıklama üzerine piyasaların gözü, faiz artırımı beklentisiyle, Eylül ayı Para Politikası Kurulu toplantısına çevrilmiş oldu. Bu toplantı yarın yapılacak.

Piyasaların 300 ile 500 baz puan arasında bir faiz beklentisi içinde olduğuna dair gazetelerin ekonomi sayfalarında bolca haberler çıkıyor. Merkez Bankası’nın faiz kararı alırken, öncelikli olarak döviz kurlarındaki hareketliliği esas alacağı ortada.

Eylül ayı içerisinde döviz kurlarını etkileyecek iki takvim daha var. Birincisi, bu ay içerisinde açıklanması beklenen Orta Vadeli Program (OVP), Diğeri Amerikan Merkez Bankası (FED)’in açıklayacağı faiz kararı.

Okumakta olduğunuz yazıya başlamadan önce ekonomi ve finans okur yazarlığına güvendiğim iki kişiyle konuştum. Bu isimlerden biri, genel kuralı hatırlattı, “Para politikalarında alınan kararların mali politikalarla desteklenmemesi halinde sonuç vermeyeceğini” söyledi. Bu cümleden ne kast edildiği çok açık. Merkez’in para politikasıyla ilgili yarın alacağı kararların hükümet tarafından açıklanacak ve uygulanacak OVP ve benzeri mali politikalarla desteklenmesi.

Devamında Ekim ve Kasım aylarında ABD ile ilişkilerde bir yumuşama olursa, yılsonuna daha iyi bir iklimde girilebileceği söyleniyor.

TASARRUFTAN BAŞKA ÇARE YOK!

Konuştuğum ikinci isim, uzun uzun durum tespiti yaptıktan sonra meseleyi tasarruf ihtiyacına bağladı. Tasarruf deyince, herkes aklına ilk gelen konudan başlayarak uzun bir liste yapabilir. Ağustos ayında kur fiyatlarındaki tırmanış sonrası, yurtdışından gelen telkinlerde adres olarak nerenin gösterildiğini biliyoruz.

IMF’in kapısını çalmak, miktarı 80 milyar dolara kadar çıkartılan yeni bir ‘Standby anlaşması’ yapmak. Bu telkinleri yapan çevrelerin önemli bir bölümünün ekonomideki sorunları operasyona dönüştüren çevreler olduğunu tahmin etmek zor değil. Ekonomi yönetiminin gündeminde bu türden bir güzergah üzerinde ilerleme fikrinin olmadığını yapılan açıklamalardan da biliyoruz.

IMF programının bir ülkenin sadece ekonomisiyle değil, egemenlik haklarına kadar giden bir dizi alanda hayati riskler barındırma ihtimali var. Dışarıdan bu yönde yapılan telkinlere hemen yüz çevrilmesinin temel gerekçesi de bu.

IMF DIŞINDA BİR SEÇENEK DAHA VAR!

Ama ülkenin egemenlik haklarını koruyarak ikinci bir seçenek üzerinde durulabilir.

O seçenek ne mi?

IMF’in kapısını çalmadan ama bir anlaşma yapılmış gibi, kendi önlemlerini alarak ilerlemek.

Avrupa Birliği sürecinden bir örnek verebiliriz buna.

2005’te tam üyelik müzakereleri başladıktan sonra Avrupa Birliği tam üyelik konusunda su kaynatmaya başlayınca hükümet, “Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri olarak değiştirip yoluma devam ederim” şeklinde bir irade beyanında bulunmuş, bu anlamda da ciddi reformlar yapılmıştı.

Benzer bir mantık ekonomi üzerinden işletilebilir.

IMF ile masaya oturmadan, ama öyle bir anlaşma ekonomik anlamda ne gerektiriyorsa, onun gereklerini yerine getirmek.

Böyle bir anlayışın mantıken varacağı yer de belli. Takvime bağlı, bağlayıcı tasarruf odaklı önlemler…